Papak*

10/09/2009

sapka

[*] Papak: (halk ağzı, giysi) (Erzurum) Bir tür şapka, Örme şapka, Yün şapka

1960’lı yıllar. Kayseri, kış ayları, hava soğuk, ayaza çekmiş, sabah namazı vakti, çarşıya yakın küçük bir cami, sabah namazı kılınıyor. İki saf cemaat farza durmuşlar. Birinci rekattalar. İmam güzel güzel okuyor.

Camide soba yanıyor. Siz nereden bileceksiniz. DDT (Sinek ilacı) bidonundan odun sobası. Küçük bok bidon, çapı elli yüksekliği yetmiş santim kadar. Büyük küçük odun girsin, takos girsin diye tepesindeki kulağına sadece sap perçinlemişler. Üç ayak takmışlar; olmuş soba… Müezzin ne zaman yakmışsa soba randımanını almış, yanları kızarmış, caminin içine rahatlatıcı bir sıcaklık doldurmuş.

Namaz kılıyorlar, kapıdan bir kişi daha girer. Üşümüş, içerinin sıcaklığından memnun, papağını çıkarır. Başına takkesini giyecek. Bakar ki ayakkabılığın yanındaki askıda yedi sekiz fötr şapka asılı… Sobayı da gördü ya; aklına bir fikir gelir. Şapkaları toplar, maşası ile sobanın kapağını kaldırır, şapkaları içine atar… Başına gelecekleri tahmin eder. Bu defa kendi papağını da atar. Kapağı kapatır. Safa girer…

Sıcak bir ortam, namazı kılarlar, tesbihi çekerler, dua ederler. Hoca Kur’an okur, dinlerler. Sakin sakin ayakkabılarına gelirler. Askıdan şapkalarını alacaklar, giyecekler… O da ne! Şapka yok!.. O der “Şapka yok”, o der “şapka yok”, toplanırlar… Her kafadan bir ses, müzakere, müzakere, söylene söylene karakola giderler. Cemaat de şahit. Memur ifadelerini alıyor:

– Fötr şapkaydı, şuraya asmıştım, namazdan sonra bulamadım..

İfadeler böyle. Sıra kaçıncı cemaate gelmişse;

– Papaktı, Şöyle umreden getirdiklerinden. Çıkardım. Takkemi giymiştim. Bulamadım…

Deyince memur:

– Durum değişti, biz bunu yüzatmışüç’e sokamayız. Bu deli işidir. Şüphelendiğiniz varsa söyleyin, zapta alalım.

Der ve neticeye bağlar.

Cemaat başlarında takkeleri olduğu halde şaşkın şaşkın karakoldan ayrılır.

Mesele

31/08/2009

1980li yıllar. Adapazarı Orhan Camii; cami güzel, çevresi güzel, cemaati kalabalık, yaz günü, akşam namazına biraz var. İçeride üç kişi meşgul oluyor, bir genç namaz kılıyor, belli yabancı, acele de ediyor. Yanında cami dışında içinde görmeye alıştığımız bir adam, bu caminin müdavimlerinden, tedirgin namazı takip ediyor. Selam vermesini bekliyor. Genç selam veriyor. Hemen adam:

– “Akşam namazına az kaldı. Kerahat vakti girdi. Bu vakitte namaz kılınmaz.”
der. Yüzüne bakar. Genç:
– “İşçiyim. İş ancak bitti. İkindi namazını farzladım.”
der. Adam yine:
– “Elbisen de temiz değil, bulaşık, dirhem miktarından da fazla; senin namazın kabul olmaz.”
der. Genç:
– “İnşaatta çalışıyorum, acele geldim. Elbise değiştiremedim. Bunlar harç çamur; temiz sayılır. Necaset değil.”
der. Adam bu defa:
– “Hem elini kolunu sallıyorsun. Namazda el kol sallanmaz. Amel-i Kesir oluyor. Namazın bozuldu.”
der. Genç:
– “Ben şafiyim. Biz intikal tekbirlerinde ellerimizi kaldırırız. Bu bizim namazımızı bozmaz.”
der. Bu arada caminin yukarısında taze abdest almış müezzin mendili ile yüzünü kurulamakta, minare kapısında aşağıda olup bitenleri dinlemektedir. Kızar, yüksek sesle hızlı hızlı bağırır:
– “Muhterem cemaat cami adabına uyalım! Camide dünya kelamı konuşmayalım! Camidekileri rahatsız etmeyelim!”
der. Adam bu defa bir elini yukarı kaldırır, aşağıdan müezzine bağırır:
– “Biz burada dünya kelamı konuşmuyoruz. Cemaati rahatsız etmiyoruz. Mesail-i diniye hallediyoruz.”
der. Mesele-i diniye hallediyorum demek ister. Sükut etmez.
.

Çorap

03/08/2009

untitled

17 Ağustos 1999 tarihinde başlayan Marmara depremlerinde İSKİ afet bölgelerinde oldu. İçme suyu temini, su şebekelerinin tesisi, ıslahı ve tamiri, isale hattı ve içme suyu tesislerinin sağlıklı ve faal tutulması ile ilgili olarak devreye girdi. Bölgeden uzun süre ayrılamadı. Altyapı ağır iş…

3 Şubat 2002 tarihinde vukubulan 6.4 büyüklüğündeki Anadolu depreminde de İSKİ bölgeye intikal eder. Ekipleriyle afet bölgesinde ilkyardım ve kurtarma çalışmalarına katılır. Gösterilen bir kaplıcada teşkilatını kurarak, afet yönetim merkezinin hasar tespit çalışmalarına paralel olarak faaliyetini sürdürür. Çıkan işlere göre ekibi düzenleyerek haftalarca bölgede kalır.

Hasarlı binaların ve tehlike arzeden bir kısım minarelerin yıkılması ile görevlendirildiğinde; İstanbul’un su havzalarındaki kaçak villa ve yapıları emniyet güçlerinin desteğiyle kısa sürede yıkabilen güçlü iş makinaları, bir şef mühendis ve bir kaç operatörle birlikte tırlarla bölgeye gönderilir. İlçe ilçe yıkım planlanır.. İş uzar…

Planladığı şekilde yıkım yapılırken ek işler de çıkıyor. Bitirildiğinde diğer ilçeye geçiliyor. İl merkezine yakın yeni ilçe olmuş bir yerleşim biriminde çalışıyorlar… Cuma günü.. Namaza gidilecek. Şef hazırlanıyor. Oranın büyük camisine gidiyor. Orta kısımlarda bir yere oturuyor. Ezan okunuyor. Sünnete kalkıyorlar. Cumanın dört rekat sünnetinin hangi rekatında ise birden ayağındaki çorabın uç kısmında bir delik olduğunu görüyor. Çorap delinmiş. Ayağının küçük parmağının bir kısmı görünüyor. Ayağında delik çorap var, haberi olmamış. Bu çorapla camiye gelmiş. Daha önce hiç başına böyle bir şey gelmemiş. Anlatıyor:
– Cami başıma yıkıldı.
diyor. Şimdi ne olacak? Şöyle mi etsem, böyle mi etsem, ne etsem? Ben dikkat ederdim, niye etmedim, ne yapayım? derken sünneti bitirmiş… Düşünceli…

Hoca minbere çıkıyor. Hutbe okuyacak.. Cemaat şöyle bir kımıldanıyor. Oldukları yere yerleşiyorlar. Bu dertli bakınıyor. Bakmış önündeki adamın çorabında da delik var. Onun yanındaki adamın çorabına bakmış. O da ne! onda da delik var. Saftakilere boydan boya bakmış. Çoğunun çorabında delik var. Neredeyse herkesin ayağındaki çorapta ufak büyük delikler var. Hiç de aldırdıkları yok. Belki ön saflarda çorabı sağlam cemaat var ama orasını araştıramamış.

Ferahlamış, rahatlamış, çevresindeki çorabı delik cemaate sevgiyle bakmış. Oh demiş.. Hutbeyi can kulağı ile dinleyip namazını gönül rahatlığı ve huşu içinde kılmış.